27 Ocak 2015 Salı

Psikanaliz Rus Devrimi gibidir; hangi aşamadan itibaren kötüye gittiğini bilmiyoruz. Hep daha geriye bakılmalıdır.

Zira şunun anlamı nedir: Freud, Ödipus'u öz-analizinde keşfetmiştir? Öz-analizinde miydi, yoksa onun Goetheci klasik kültüründe miydi? Öz-analizinde bir şey keşfedip şöyle der: işte bu Ödipus'a benziyor! Ve bunu ilkin "aile romansı[nın]" bir çeşitlemesiymiş, tam da ailevi belirlenimlerin patlamasına sebep olmak için arzunun kullandığı paranoyak bir kayıtmış gibi ele alır. Yavaştan yavaşa, aile romansını aksi bir şekilde sadece Ödipus bağımlılığına çevirmiş, ödipalleştirdikçe bilinçdışındaki her şeyi aynı anda nevrotikleştirmiş ve bilinçdışının bütünü üzerine aile üçgenini kapatmıştır. Şizo, işte düşman! Arzulama-üretimi kişilleştirilir veya daha ziyade kişi-bilimselleştirilir, imgeselleştirilir, yapısallaştırılır. (Gerçek farkın ya da sırrı, belki de tamamlayıcı olan bu terimler arasından geçmediğini görmüştük.) Üretim sadece fantezi üretimine, ifade üretimine indirgenir. Bilinçdışı, bir tiyatro, bir oyun ve onun gösterimi haline gelmek için olmakta olduğu şeye, bir fabrika, bir atölye olmaya son verir. Ve Freud'un çağında bulunan avangart bir tiyatro dahi değildir bu (Wedekind), ama klasik bir tiyatro, temsilin klasik düzenidir. Psikanalist, kişisel bir tiyatronun yönetmeni haline gelmektedir -üretim öğelerini monte eden, üretim ve üretim-karşıtlığının kolektif eyleyicilerini faaliyete sokan bir mühendis veya bir mekanisyen olmak dururken.

Psikanaliz Rus Devrimi gibidir; hangi aşamadan itibaren kötüye gittiğini bilmiyoruz. Hep daha geriye bakılmalıdır. Amerikalılar ile mi? birinci enternasyonal ile mi? gizli komite ile mi? Freud'un geri adımlarını olduğu kadar ondan bağlarını koparanların ihanetlerini de gösteren ilk çatlaklar ile mi? Ödipus'un "keşfinden" itibaren Freud'un kendisi ile mi? Ödipus, idealist bir dönüm noktasıdır. Yine de psikanalizin arzulama-üretiminden habersiz olarak işe koyulduğu söylenemez. Arzu ekonomisinin temel fikirleri, iş ve yatırım, önemlerini korumaktadır, ama artık üretken bilinçdışının olumlarına değil, ifadesel bilinçdışının  biçimlerine tabi kılınmışlardır. Arzulama-üretiminin ödipal-olmayan doğası mevcudiyetini sürdürür, ama onu ödipallik-öncesine, ödipallik-uzağına, ödipallik-benzerine vb. tercüme eden Ödipus koordinatları üzerine oturtulmuştur. Arzulama-makineleri her zaman oradadır, ama artık sadece muayenehane duvarlarının ardında işler haldedir. Her şeyi ödipal sahneye indirgemiş olduğu sırada, duvarların ardında veya sahne gerisinde arzulama-makinelerine birincil fantezinin karşı koyamadığı türden bir yer vardır.* Bununla birlikte cehennemi bir gürültü çıkarmayı sürdürürler. Psikanalist bile onları ihmal edemez. Bu yüzden tutumu daha ziyade inkar etmektir: bunların tümü elbette ki doğru, ama hala baba-anne. Muayenehanenin kapısında şöyle yazar: arzulama-makinelerini kapıda bırak, yetim ve bakir makinelerinden, kayıt cihazından ve küçük bisikletinden vazgeç, gir ve ödipalleştirilmene izin ver. Her şey buradan türer, sağaltımın tarif edilemez niteliğinden başlanarak, onun sonlandırılamayan ve sözleşmeye fazlasıyla bağlı olan doğası, para akımlarıyla değiştirilen konuşma akımları. O halde gerekli olan, psikotik atak olarak adlandırılan şeydir: şizofrenik bir ışıldama ile kayıt cihazımızı bir gün analistin bürosuna sokarız, dur, arzulama-makinesinin bu eklenişinden sonra her şey tersine döner, sözleşmeyi rafa kaldırıyoruz, üçüncü kişinin dışarıda kalmasını gerektiren temel ilkeye sadık değiliz, üçüncü bir öğeyi davet ediyoruz, kişideki arzulama-makinesini.** Bununla birlikte her psikanalist bilmeli ki, Ödipus'un altında, Ödipus vasıtasıyla, Ödipus'un arkasında meşgul olduğu şey arzulama-makineleridir. Psikanalistler başlangıçta, Ödipus'u davet etmek ve onu bilinçdışının tümüne zerk etmek için yararlanılan zor kullanmadan habersiz olamazlardı. Sonrasında ise Ödipus arzulama-üretimine gerisin geriye düşüp onu temellük etti, öyle ki bütün üretici güçler Ödipus'un kendisinden yayılıyormuş gibi. Psikanalist, Ödipus'un yaveri, arzudaki üretim-karşıtlığının muazzam eyleyicisi haline geldi. Sermayenin ve onun efsunlu, mucizevi dünyasının tarihi gibi (yine başlangıçta, der Marx, ilk kapitalistler habersiz olamazlardı...)

*"Birincil fantezi[deki]" küçük makinenin, yine de her zaman kaçamak varoluşu hakkında, bkz. Freud, Un cas de parania qui contre-disait la théorie psychanalytique de cette affection, 1915.

**"Jean- Jacques Abrahams, L'homme au magnétophone, dialogue psychanalytique," Temps modernes, s: 274, nisan 1969: "A: Anlasanıza, bu gerçekten de ciddi bir şey değil mi; sizin babanız değilim, ve yine de bağırabilirim, ama değilim! İşte, bu kadarı yeter. -Dr X: Şu an babanızı mı taklit ediyorsunuz? -A: ama hayır, anlasanıza, sizinkini! Gözlerinizde gördüğümü. -Dr X: ...rolü oynamaya çalışıyorsunuz... -A: ...İnsanları tedavi edemiyorsunuz, yapabildiğiniz tek şey, halledemediğiniz baba sorunlarını onlara sokuşturmak; ve seanstan seansa, kurbanlarınızı baba sorununa sahip olacakları bir noktaya itiyorsunuz... ben hastaydım, sizse doktor; çocuk olma, babaya göre çocuk olma sorununuzu nihayet bana karşı çevirdiniz... -Dr X: Burayı terk etmeniz için 609'u çevirmek üzereyim, 609'u, sizi polise attırmak için. -A: Polis mi? Baba, işte bu! Babanız bir polis memuru! ve beni bulması çin babanızı arayacaksınız... Ne saçma hikaye! Sabrınız taştı, öfkelendiniz, çünkü sayesinde burada neler döndüğünü anlayabileceğimiz küçük bir aygıtı içeriye sızdırdım."

Gilles Deleuze-Felix Guattari, Anti-Ödipus, BS Yayınları Ankara 2012, s: 79-81

23 Ocak 2015 Cuma

"Öznedeki molar bir eksikliği ifade eden şey arzu değildir, arzuyu nesnel varlığından mahrum bırakan şey molar örgütlenmedir"

Arzu üretiyorsa gerçeği üretir. Arzu üretkense, sadece gerçekliğin tarafında öyledir ve sadece gerçekliği üretir. Arzu, kısmi nesneleri, akımları ve bedenleri faaliyete geçiren ve üretim birimleri olarak işleyen pasif sentezlerin bütünüdür. Gerçek ise bir sonuçtur, bilinçdışının öz-üretimi olarak arzunun pasif sentezlerinden köken alır. Arzu hiçbir şeyden yoksun değildir, nesnesinden yoksun değildir. Daha ziyade, arzuda eksik olan öznedir, ya da arzu sabit bir özneden yoksundur; bastırma olmadıkça sabit bir özne de yoktur. Arzu ve onun nesnesi aynı şeydir, bir makinenin makinesi olarak makinedir. Arzu bir makinedir, arzunun nesnesi de ona bağlı başka bir makinedir; dolayısıyla ürün, üretim sürecinden koparılan bir şeydir; ve ürünün üretilmesinde; göçebe ve avare özneye bir kalıntı verecek bir şey sökülüverir. Arzunun nesnel varlığı bizatihi Gerçektir*. Psişik gerçeklik olarak adlandırılabilecek hiçbir belirli varoluş biçimi yoktur. Marx'ın söylediği gibi, eksiklik yoktur, "doğal ve duyumsal nesne" olarak tutku vardır. İhtiyaçlar tarafından desteklenen şey arzu değildir, tersi doğrudur, arzudan türeyen şey ihtiyaçlardır: onlar arzunun ürettiği gerçek dahilindeki karşı-ürünlerdir. Eksiklik arzunun karşı-etkisidir, doğal ve toplumsal bir gerçeklik içinde o biriktirilir, paylaştırılır, çevrelenir. Arzu her zaman nesnel varoluşun koşulları ile yakın temastadır, onları kucaklar ve takip eder, onlardan fazla yaşamaz, onlarla birlikte yer değiştirir, bu yüzden o sıklıkla ölme arzusu haline gelirken, ihtiyaç, bu koşulların pasif sentezlerini kaybederek arzusunu kaybeden bir öznenin gerilemesinin ölçüsü olur. Yokluğun pratiği olarak ihtiyacın başka bir anlamı yoktur: her nerede ikamet ediyorlarsa pasif sentezleri bulmaya, edinmeye, onların asalağı olmaya çalışmak. Şunu söylemenin hiçbir anlamı yoktur: bitki değiliz, uzun zaman önce klorofil sentezlemeyi unuttuk, bu yüzden yemek zorunludur... Arzu o halde bir şeyden yoksun olmanın bu perperişan endişesi haline gelir. Ama işin doğrusu, bu tabir yoksullar ya da mülksüzler tarafından dile getirilmez. Aksine, bu insanlar bitkilere yakın olduklarını ve arzunun çok az şeye "ihtiyaç duyduğunu" bilirler, almalarına izin verilen şeyler değil, ama onlardan durmaksızın alıp götürülenler, ve bunlar, öznenin kalbinde bir eksik değil, ama daha ziyade, arzunun insan için ürettiği ve gerçeklik dahilinde ürettiği onun nesnelliğini, insanın nesnel varlığını tesis ederler. Gerçek imkansız değildir, gerçek içinde aksine her şey mümkündür, her şey mümkün hale gelmektedir. Öznedeki molar bir eksikliği ifade eden şey arzu değildir, arzuyu nesnel varlığından mahrum bırakan şey molar örgütlenmedir. Devrimciler, sanatçılar ve kahinler, nesnel, sadece nesnel olmaktan hoşnutturlar: arzunun üretken gücüyle yaşamı kucakladığını ve onu çok daha yoğun bir tarzda yeniden ürettiğini bilirler, çünkü onun çok az şeye ihtiyacı vardır. Ve bunu söylemenin çok kolay olduğuna ya da bunun kitaplarda bulunabilecek bir fikir olduğuna inananlara yazık. "Yaptığım kısa okumayla şu sonuca vardım ki, yaşamın en derininde olanlar, onu kalıba dökenler, yaşamın kendisi olanlar, az yediler, az uyudular, çok az şeyin ya da hiçbir şeyin sahibi oldular. Vazife ya da çoğalma, veya soydaşlığın ebediliği, veya devletin bekası gibi yanılsamalara ihtiyaçları yoktu... Hayali dünya, zapt etmeyi başaramadığımız dünyadır. Geçmişin dünyasıdır o, geleceğinki değil. Geçmişi bırakmadan ilerlemek, bir prangayı sürüklemeye benzer."** Bir Napoliten devrimcisi tavrıyla gerçekten öngörülü kişi Spinoza'dır. Eksikliğin -ve onun öznel karşılığının, fantezinin- nereden geldiğini çok iyi biliyoruz. Eksiklik toplumsal üretimde düzenlenir ve organize edilir. Üretici güçlere gerisin geriye düşen ve onları temellük eden üretim-karşıtlığı organı (instance) tarafından karşı-üretilir. Asla birincil değildir; üretim asla önceden varolan eksiklik temelinde organize edilmez, nüfuz eden, boşluklar yaratan, varolmakta olan üretim organizasyonuna uygun olarak kendisini çoğaltan şey eksikliktir***. Pazar ekonomisi olarak boşluğun yaratılışı hakim bir sınıfın sanatıdır: üretim bolluğunun ortasında eksikliği organize etmek, büyük bir eksiklik korkusu yayarak  tüm arzuyu sendeletmek, arzulama-üretimi fanteziye (direk fanteziye) indirgenirken, nesneyi, arzuya sözde dışsal olan gerçek üretime bağlı kılmak (akılcılığın talepleri).

*Lacan'ın hayranlık uyandırıcı arzu teorisi bize iki kutba sahipmiş gibi görünüyor: ilki, arzuyu gerçek üretime göre tanımlayan, böylece her türlü ihtiyaç ve fantezi fikrinin ötesine uzanan arzulama-makinesi olarak "küçük nesne a" ile ilişkilidir; ve diğeri, belirli bir eksiklik fikrini yeniden davet eden gösteren olarak "büyük Öteki" ile ilişkilidir. Leclaire'nin makalesi, "La Réalité du désir" de bu iki kutup arasındaki salınım açıktır (Sexualité humaine, Aubier, 1970)
**Henry Miller, Sexus, fr. ç. Buchet-Chastel, ss. 277
*** Maurice Clavel, Sartre hakkında, Marksist felsefenin ilk öncül olarak eksiklik fikrini davet etmekten kendisini alıkoyması gerektiğini belirtir: "Sömürünün öncesindeki bu eksiklik fikri, arz ve talep yasasını sonsuza kadar bağımsız kalacak bir gerçeklik kılar, çünkü başlangıç düzeyine yerleştirilmiştir. Dolayısıyla sorun artık Marksizm'e bu yasayı dahil etmek ya da onu oradan türetmek değildir, çünkü doğrudan doğruya önceki bir aşamada, Marksizm'in türediği bir düzlemde okunmaktadır. Fazlasıyla titiz olan Marx, eksiklik fikrini kullanmayı reddeder, ve reddetmekte haklıdır, zira bu kategori felaketi olurdu." (Qui est aliéné?, Flammarion, 1970, ss. 330)

Anti-Ödipus, Deleuze ve Guattari, BS Yayınları, sf: 44-46